26 Ocak 2009 Pazartesi

Alyoşa'dan Hepinize Mermiao

Ben Alyoşa Balım. Umarım Size doğrudan yazmamda, bir blog tutmamda bir sakınca görmezsiniz. Sevgili Büyüklerim ve Küçüklerim: Muş oglı muyabu togar (Kedi yavrusu miyavlayarak doğar)... Var mıdır böyle bir söz Divan-i Lügati’t Türk'de acaba bilmiyorum çünkü ben yedi aylık olana kadar herhangi bir eğitim öğrenim görmedim. Fakat doğduğum Ankara Köroğlu Caddesi civarında bazı okumuş ırkdaşlarımla muhabbet etmiş ve Kaşgarlı Mahmut'dan bahsettiklerine tanık olmuştum...Şimdi Sizin gibi blogger ablalarımı, ağabeylerimi görünce ben de okumaya ve yazmaya merak saldım. Merak etmeyin ağabeylerim, ablalarım, açıklarımı kapatmaya çalışacağım. Kusura bakmayın Türkçeyi Kaşgarlı Mahmut kadar güzel kullanamıyorum ama söz pek yakında sadece İstanbul şivesini değil Peçenek ve diğerlerini de belki öğreneceğim. O zamana kadar zımparalı-taraklı-mühürlü dilimin döndüğünce biraz kendimden bahsetmek isterim:

Yedi aylık olduğumu bilmiyorum biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz. Gerçi şimdi on aylık oldum, bulunduğumda yedi aylıktım yani... Ben Ablamla bir Kafe'de tanıştım. Galiba alışverişten sonra bir soluklanayım deyip oraya oturmuştu. Ben de onu görünce ne kadar güzel, ne iyi bir ablaya benziyor bu abla dedim ve yanına yaklaştım. Kimileri gibi itelemedi beni, hemen sempati ile yaklaştı, başımı ve gıdımı okşadı. O anda kanım ona çok kaynadı. Öylece yarım saat hoşça vakit geçirdik, sonra da kalktı. O yerinden kalkınca ben de dayanamadım onu takip ettim. Çünkü ondan çok etkilenmiştim. Galiba o da benden hoşlanmıştı çünkü kafedeki insanlara "aslında biz kedici değiliz, köpekciyiz" diye anlatmasına karşın yine de bana çok sevgi göstermişti. Onu evine kadar takip ettim. Evin önünde, ne yapsın, bana hoşçakal deyip gitti. Ben de mahsun, geri döndüm. Ben aslında yarı-sokak kedisi yarı sahipli sayılırdım o zamana dek. Annem, tek kardeşime ve bana tuvalet eğitimi ve temizlenmeyi öğrettikten sonra bizleri terketti. Bilmiyorum belki de sokaklarda başına bir iş geldi. Annemi tanımanızı isterdim, o şahane bir kadındı. Babamı hiç tanımadım. Van Kedisi'ymiş diye anlatılıyor. Annem, güzel bir sarmandı. İngilizler buna Red Tabby derlermiş, Ablamlardan öğrendim. Biz, Ablamla Kafe'de tanıştığımız zaman, o kafenin arkasındaki bir kuytuda kardeşim, dayım ve teyzemle birlikte yaşıyorduk, bizi o kafenin az uzağındaki bir apartmanın görevlisi Amca besliyordu. O da iyi bir amca, bize iyi bakıyordu ama ne de olsa gece vakti evine gidiyordu. Geceleri bilirsiniz tekinsizdir. Annem bizi terkettikten ya da işte dedim ya zavallı anneciğim kaybolduktan sonra ben geceleri daha çok korkmaya başladım sokaklarda. O zaman Ablacığımı görünce dedim ki acaba beni yanına alır mı? Ama hemen eklemek isterim: Benimki sade sıcak bir yuva arayışı değildi, aynı zamanda biraz da anne şevkati arıyordum, belki benim gibi hüzünlü ama sevecen, afacan ama gene de ağırbaşlı karara varabilen ruhlar arıyordum, ırkları ve dilleri aşılmaz engel olarak görmeden yaşamı paylaşacak dostlar arıyordum. Ayrıca bir misyonum da vardı. Onu da aşağıda anlatacağım...İşte bunu yakaladım dedim o gün ama Ablacığım, ne yapsın, hem de köpekçi filan diye anlatıyordu, o gün öylece evine gitti.

Ertesi gün, onun yolunu gözledim ve sokakta gene karşısına çıktım. Beni görünce çok sevindi. O sırada, gecelerin eşkıyası olarak tanınan bir azman, artık kıskançlıktan mıdır nedir, üzerime saldırdı... Ablacığım beni kucağına alıp ondan korudu. İşte o kere Ablama daha da bağlandım. O da hemen beni evine götürdü. Evde, bir başka Ablamla tanıştım. Bu Ablam, bana hemen öyle diğer Ablam gibi sıcak yaklaşmadı. Ne de olsa çekindi galiba. Dedim ya, bu aile bu vakte kadar hep köpekçi imiş. Figlio adlı bir Ağabeyi hiç unutmamışlar. Nasıl unutsunlar, nur içinde yatsın o Ağabey muhteşem bir köpekmiş. Doğar doğmaz sahiplendikleri, Figlio Ağabey gibi Toy Puddle soylu ruhlu bir Ağabeyi nasıl unutabilirler, onun üstüne benim gibi birini nasıl alırlar diye ben de şüpheye düşmüştüm... Neyse... Ablalarım ve bir Ağabey beni içeri alıp ılık süt verdi... Bunlar üç kardeşmiş... Bir yandan sütümü içerken, bir yandan da kulak kesildim... benim hakkımda konuşuyorlardı, bir Ablam beni almak istiyordu ama diğer Ablam karşı idi bu fikre. Onlar, bir süre sonra yabancı bir kente gideceklermiş, nasıl götürürüz, nasıl sorumluluk alırız diye aralarında tartışıyorlardı.

Şimdi işte misyonumdan sözetmenin sırası geldi: Beni bu kardeşlerin artık ışıklar içinde yatan anne ve babası gönderdi. Bu misyonumun farkına, büyük Abla ile tanıştığımda vardım. Gözümün önünde bir nur ışıdı sanki... İnanmayabilirsiniz ama beni yüzyüze bir tanısanız...anlarsınız. Başım Vaşak başıdır, tüylerim de parlak ve hoş kokulu. Ruhum da çok güçlü ve bağımsızdır ama bencil değildir. Kimseye eğilmeyen sevgidir, kişiliktir. Biliyorsunuz kimileri hemen sevmekten, bağlanmaktan korkar, sevileni yitirince çekecekleri acıyı tahayyül eder, hepimizin yazgısı olan ve bir gün gelecek bu acıdan kaygı duyarlar, o kaygı yüzünden sevmeyi reddederler. İşte küçük Abla da, büyük Abla beni eve getirince öyle bir kaygı duydu galiba o anda...Sütümü içtikten sonra, Ablalarım beni dışarı bıraktılar işte öyle ve ben o uzun geceyi, ertesi gün büyük ablama rastlamak hayali ile geçirdim.

İşte o üçüncü gün, Ablam bana rastlamamak için yolunu değiştirmiş ama nasıl oldu ise, altıncı hissim beni gene onun karşısına atmıştı. Evlerinin karşısındaki bankanın önünde dururken, karşı kaldırımdaki Ablamı görünce gözlerim parladı. O da o parlak gözlerime takılıp hemen yanıma geldi. Bu kere kararını vermişti galiba. Gene beni eve götürdü, gene küçük Abla ile konuyu konuştular, hatta Ağabey'e de sordular. Ağabey, onların en küçüğü, ailede sözü geçmez dememek lazım ama. O da bazı endişeler taşıdığını söyledi.. Hemen bir karara varamadılar ama ilk önce beni veterinere götürmeye ve gerekli tetkik ve aşılarımı yaptırmaya karar verdiler. Unutmadan, bu arada yeni ablalarım, kedi dostu bir Profesör ahbaplarını aradılar. Bu ahbabın tam dokuz kedisi varmış. Ablalarım bu Profesöre bazı sorular sordular. Eğer beni alırlarsa özgürlüğümü engelleyip engellemeyecekleri gibi bazı "liberal sol" ve aslına bakarsanız gülünç olduklarını sonradan kendilerinin de anladığı bazı sorular sordular. Çünkü o zamana kadar, sokakta kalan kedilerin iki yaşına gelmelerinin bile olağanüstü bir durum olduğunu bilmiyorlardı. Sanıyorlardı ki, biz kediler böyle vahşi ve acımasız bir dünyada daha rahat ediyoruz. Profesör ahbap konu üstünde bilgi ve empati sahibi idi: "olur mu öyle şey, sıcak yuva ve güvenlik her şeyden önce gelir" dedi. Sonra beni götürdükleri veterinerden bazı gerçekleri daha da iyi öğrendiler ve işte o zaman beni almaya karar verdiler. Bir Ablam, veteriner bakımımı ve yemeklerimi, bir diğer Ablam da tuvalet temizliğim (cat litter deniyor değil mi?) ve doğru-yanlış eğitimim gibi işleri üzerime aldılar. Ablamın biri çok aşırı şevkatli, diğeri, yani küçük ablam biraz otoriter ama O da beni çok seviyor, Ağabeyim de çok ısındı bana. O da benimle çok ilgileniyor. Bu kardeşler benimle hemen hemen her gün oynuyorlar. Ben henüz çok küçük bir kedi olduğum ve yetişkin olmama birkaç ay daha olduğu için oyunu çok seviyorum. Yeni evimde kendimi çok huzurlu, çok oyuncu hissediyorum... Hatta ablalarımı ve ağabeyimi gittiği odalara takip ediyorum, bu durum onların çok hoşuna gidiyor. Bana oyuncaklar da aldılar. Hasır bir sepetten bana oyuncak yaptılar... Şimdilik tek sıkıntım, salonda Annemin çiçeklerine yaklaşmamın yasak olması. O çiçeklere ne kadar değer verdiklerini ben de biliyorum ama bazen ne yapayım, kendimi onlara yaklaşmaktan alıkoyamıyorum. Bu mesele de umarım kısa sürede hallolacak. Söylemesi ayıp başta parazitlerim vardı, sağolsunlar büyük ablamın liseden sınıf arkadaşları veteriner bir Ağabey bana aşılar yaptı, ilaçlar verdi, ben de bunları kısa sürede attım, şimdi, söylemesi ayıp, ishalim de geçti, çok daha rahat hissediyorum kendimi...

İşte benim kaderim bu ailenin üyesi olmakmış. Yedi aylıkken bir aile edinmekmiş... Tabii salt iyi kader değil, kötü kader de biz canlılar için. Felekten kurtuluş yoktur. Kader, pususunu kurarak fırsat bekler, insanı can evinden yaralayarak imtihan eder. İnsan, bu yaraya çare arar. Yarasını sarmak için, gereken yakıyı yine İnsanoğlunda bulur... İşte benim fikriyatımın ve duygularımın özü budur.

Anneciğim de şöyle dermiş: "İnsanlar plan yaparken kader arkadan kıs kıs güler..."

Benim sınırlı deneyimlerime göre; kader, kötülükler ve acılarla tecrübe etmesinin yanında iyilikler ve güzelliklerle de şaşırtmaya devam edecektir insanı/canlıyı. Beni şaşırttı işte... Fakat şöyle söyleyeyim, ukalalık görmezseniz eğer, insanın yaradılışı eksik bir yaradılış olduğu için, insanın imtihanları çok ağırdır... bizlerin yaradılışı, ne olur ukalalık saymayınız, mükemmeldir, bizler feleğin çemberinden geçmek gibi bir deyim tanımayız, çünkü o sihirli çemberin içinde biz de dönüp dururuz. Çünkü hele hele biz kediler, elastiki bedenlerimiz sayesinde, feleğin çemberini sarabiliriz. Kaderi, gök kubbede kavranan zaman kavramı ile anlatan şu sözlere bayılıyorum, Eski Ahid şöyle demiş:

"Herşeyin bir zamanı vardır. Gökkubbe altındaki her olay için bir zaman vardır. Doğurmanın zamanı vardır, ölmenin zamanı vardır; ekmenin zamanı vardır, biçmenin zamanı vardır; öldürmenin zamanı vardır, yaşatmanın, iyileştirmenin zamanı vardır; yıkmanın zamanı vardır, yapmanın zamanı vardır; ağlamanın zamanı vardır, gülmenin zamanı vardır; yas tutmanın zamanı vardır, neşe içinde dansetmenin zamanı vardır; taş atmanın zamanı vardır, taş toplamanın zamanı vardır; kucaklamanın zamanı vardır, geri çekilmenin zamanı vardır; aramanın ve bulmanın zamanı vardır, yitirmenin zamanı vardır; korumanın zamanı vardır, kaldırıp atmanın zamanı vardır; sökmenin zamanı vardır, dikmenin zamanı vardır;susmanın zamanı vardır, konuşmanın zamanı vardır; sevmenin zamanı vardır, nefret etmenin zamanı vardır; savaşmanın zamanı vardır, barışmanın zamanı vardır... Ecclesiastes 3:1-8


Bir de Einstein şöyle demiş:

"Zaman, doğanın, herşeyin bir anda meydana gelmemesini sağlama yoludur."

Ben de şöyle demek istiyorum:

"Birbirinin zıddı gibi görünen her şey, -mesela sevgi ve nefret, neşe ve hüzün, cesaret ve korku- aynı anda olmaya ve hissedilmeye başladığı zaman insan, feleğin radyo-frekans dalgalarını yakalamıştır, eskiler buna feleğin çemberinden geçmek derler, bu yakı aramayan bir yaradır çünkü...

Sizlerle tanıştığıma çok seviniyorum.

Her tonda iyi niyetli ve yürekten miao'larımla herkese selam!

Alyoşa Balım (nam-ı diğer: Adonis - Sarı Selim - Bayram - Peyami Safa - Vaşakcan - İlyas Sarman - Pumpkin - Imanuel Pumkinov - Alexey Ivanoviç - Kevok Babo - Pisik Babo)